“Bir Üniversiteyi Kapatan Bütün Üniversiteleri Kapatmış Gibidir.” Bu sözler bize değil YÖK yürütme kurulu eski üyesi Durmuş Günay’a ait. Kişisel web sitesinde İstanbul şehir Üniversitesi’nin kapatılma süreciyle ilgili değerlendirmeler yapan Günay’ın sözlerine gelin birlikte göz atalım.
“Hiç kimse yanlış yaparak ne kendisine itibar kazandırabilir ne de bir başkasına. İstanbul Şehir Üniversitesinden söz ediyorum. Bir süreden beri, bir kamu bankası olan HalkBank tarafından bütün mal varlığı “hukuksuz” olarak dondurulan üniversitenin kim tarafından ve neden böyle bir muameleye maruz kaldığı yapılan açıklamalarda imalarda kalıyor ama açıkça söylenmiyor. Veya kısmen söyleniyor, konunun asıl faili örtülü kalıyor. Ancak üniversiteye müdahalenin hukuki değil, “siyasi” olduğu söylenmektedir. Elbette insanlar dolaylı söylenenlerden bir sonuç çıkarıyorlar. Çıkarılan sonuç, Sayın Cumhurbaşkanı ile üniversitenin kurucuları arasında bulunan ve üniversiteye destek veren Sayın Ahmet Davutoğlu arasındaki siyasi mücadelenin üniversite üzerinden yapıldığı şeklindedir. Bu iddia tam böyle midir gerçekten bilmiyorum. Ne var ki bu durum neredeye herkes için böyle bilinmektedir. Kimse açık seçik söyle(ye)mese de, bir söz var: Şüyu vukuundan beterdir. Şüyu bulan şudur: Sayın Davutoğlu ile ilişkisi nedeniyle, hem kendisindeki hem de diğer bankalardaki Üniversitenin bütün hesaplarına HalkBank vasıtası ile el konularak, üniversite, adeta havasız, susuz ve aç bırakılarak ölüme terkedilmek istenen bir tablo ile karşı karşıya bulunmaktadır. Önce bu yazının nesnesi olan İstanbul Şehir Üniversitesine dair belli başlı bir kaç göstergeden söz edelim.
Üniversite, 1986’da kurulan Bilim ve Sanat Vakfı tarafından 31.5.2008’de kuruldu. Üniversiteyi kuran bu Vakıf, 33 yıldan beri Kültür alanında düzeyli bir çalışma yürütmektedir. Üniversite, 2010 yılından beri öğrenci almaktadır. Türkiye’de üniversite kurulmadan önce en uzun ve en çok kuruluş çalışması yapılan vakıf üniversitesi İstanbul Şehir Üniversitesidir. Kuruluşundan önce, Nasıl bir Üniversite? konusunda en çok araştırma yapan ikinci üniversite, Sabancı Üniversitesidir.
Üniversitenin kendisinden, Yükseköğretim Kurulu kaynaklarından, ve dış değerlendirme takımı raporundan alınan bilgilere göre, İstanbul Şehir Üniversitesinin bünyesinde şu anda 7 fakülte, 3 enstitü ve 1 meslek yüksekokulu bulunmaktadır. Lisans, önlisans, yüksek lisans ve doktora programlarıyla akademik faaliyetlerini sürdürüyor. Üniversitede, akademik ve idari olmak üzere 700 civarında personel çalışmaktadır.
İstanbul Şehir Üniversitesi, 2019-2020 eğitim-öğretim yılı itibariyle, 12 önlisans, 30 lisans, 20 yüksek lisans ve 5 doktora programı ile toplam 7117 öğrenciye eğitim-öğretim hizmeti vermektedir. Öğrencilerin, 1094’ü önlisans, 5117’si Lisnans öğrencisidir. Lisansüstünde ise; 859’u Yüksek Lisans ve 47’si Doktora öğrencisi olmak üzere 906 öğrencisi vardır. Üniversitenin 87 ülkeden gelen 1067 Yabancı uyruklu öğrencisi bulunmaktadır. Yabancı uyruklu öğrenci sayısının toplam öğrenci içindeki oranı %15’dir. Literatürde bir üniversitede yabancı uyruklu öğrenci sayısı oranı %10’dan fazla ise o üniversite uluslararası nitelik kazanmış olarak değerlendirilmektedir. İstanbul Şehir Üniversitesi uluslararası bir üniversitedir. 87 ülkeden 1067 öğrencinin bulunduğu Üniversitede, el değiştirme veya kapatılma şeklinde bir gelişme yaşanırsa, yurt dışında Türkiye’de üniversite kapatılıyor şeklinde doğacak bir algı Türk Yükseköğretiminin tümünü olumsuz etkileyecektir.
İstanbul Şehir Üniversitesi, Türkiye’nin en zengin belge arşivlerinden birine sahip olan Şehir Kütüphanesi ile öğrencilerin ulaştığı basılı ve elektronik kitap sayısı 500.000’i aşmaktadır.
Üniversitenin mezunlarının KPSS sınavındaki basarısı, bir çok alanda, vakıf üniversiteleri arasında 1. 2. veya 3. sıradadır. Tüm üniversiteler arasındaki başarısı itibariyle ise 1. 2. 3…ve en fazla 9. sıradadır.
Üniversitenin Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Ömer Dinçer, Sayın Cumhurbaşkanının İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı iken birlikte çalıştığı, kendisinin Başbakan Müsteşarlığını yapmış, Millet Vekili olmuş, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı yapmıştır. Dinçer, “Dışardan müdahale olmasaydı, üniversitenin hiç bir sorunu yok” diyor. “Birileri bizim üzerimizde plan kuruyor ve bizi mali zaafiyete düşürerek YÖKün müdahalesine açık hale getirmek istiyorsa” diyerek, “birilerinin” adını anmadan imada bulunuyor. Ama dolaylı müdahaleye gerekçe hazırlayan, HalkBankı, Yargı ve Mimarlar Odasını ve konuyla ilgili olan ve sorumluluğu bulunan YÖK’ü açıkça zikrediyor. Bir Devlet, en yüksek düzeyde görev yapmış, Bakanlık yapmış bir kişi bir şey söylediğinde buna kulak kabartması gerekmez mi? Ben ne yapıyorum demez mi?
Bilge tarihçimiz, ve aynı zamanda İstanbul Şehir Üniversitesinde ders vermekte olan Mehmet Genç, İstanbul Şehir Üniversitesi bilgi üretiyor, o yüzden cezayı hak ediyor diye ironi yapmaktadır. Bunlara Devlet kulak kabartmaz mı?
Sahnı Seman Medresesini yaptıran Fatih, Medresede çalışmak için bir oda istediğinde, hocalar buraya ancak sınavla girebilirsiniz demesi üzerine, Fatih sınavı başararak bir oda alır. Bu anekdotun Devlet Yöneticilerine söylediği bir şey yok mu?
Yükseköğretim Kalite Kurulu tarafından görevlendirilen İstanbul Şehir Üniversitesi “Dış Değerlendirme Takımı” tarafından, üniversite 2019 yılında değerlendirilmiştir. Dış Değerlendirme Takımının, Kurumsal Geri Bildirim Raporunda (KGBR), Üniversitenin, güçlü bir kalite güvenci sistemine, alanlarında yetkin ve güçlü bir akademik kadroya ve zengin bir araştırma alt yapısına sahip olduğu sonucuna varılmıştır.
Türkiye’de, bu gün itibariyle,129’u Devlet üniversitesi ve 73 Vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 202 üniversite bulunmaktadır, Ayrıca 5 Vakıf Meslek Yüksekokulu bulunmaktadır. Bunlardan 2018’yılında lisans öğrencisi bulunan 123’ü Devlet Universitesi ve 65’i Vakıf üniversitesi olmak üzere 188 niversitede Prof. Dr. Engin Karadağ ve Prof. Dr. Cemil Yücel tarafından, 2019’da memnuniyet araştırması yapılmıştır. Bu araştırma sonucunda yapılan değerlendirmede, İstanbul Şehir Üniversitesi, tüm üniversiteler arasında 14. sırada ve vakıf üniversiteleri arasında 8. sırada yer almıştır.
İstanbul Şehir Üniversitesi öğrenci kabul etmeye başlaması itibariyle, henüz on yıllık bir geçmişe sahiptir. Bütün değerlendirmelerde Türkiye’de bulunanan 202 (veya 188) üniversite içinde ilk %10’dan daha iyi bir düzeyde bulunmaktadır.
İstanbul Şehir Üniversitesi, güçlü öğretim kadrosu, kütüphanesi, kampüsü, ulusal ve uluslararası niteliği ile etkileyici bir imaj oluşturmayı başarmış bu ülkenin yüz akı bir yükseköğretim kurumudur. Üniversitenin Dragos Kampüsü konumu ve özelikleri itibariyle burası bir üniversite dedirten fark ve yücelik duygusunu kışkırtan güzelliktedir.
Sonuç olarak; ömrünü büyük ölçüde universitede ve Yükseköğretim Kurulunda (YÖK’te) tüketmiş bir kişi olarak, bir üniversitenin meydana gelişinin ardında ne önemli entelektüel, akademik çabaların ve ekonomik fedakarlıkların bulundu-ğunu bir ölçüde biliyorum. İstanbul Şehir Üniversitesinin kapatılacağı yönündeki haberi duyduğumdan beri üzülüyorum. İstanbul Şehir Üniversitesinin maruz kaldığı muamele, önce idam kararı verilip sonra buna yargı tarafından gerekçe bulmak şeklinde görünmektedir. Yöneticilerin beyan ettikleri üzere, karar hukuki değil “siyasi”dir. Vakıf üniversiteleri kişilerin ekonomik fedakarlıkları ve entelektüel çabaları tarafından kurulmuş ve yürütülmekte iseler de, devlet olsun vakıf olsun üniversitelerin tümü kamu tüzel kişiliğine sahiptir. Vakıƒ, insan ruhunun iyilik karakterinin tezahürüdür. Üniversiteler tümü nihayetinde bu toplumundur. Üniversite siyasi mücadele alanı değildir. Bir toplumun daha üstü olmayan en üst bilgi kurumudur. İnsan aklının kurumsallaşmış halidir.
YÖK’ün vakıf üniversitelerinin mali işlerine müdahalesi söz konusu değildir. Ancak mali risk analizleri yaparak riskli duruma düşen, vakıf ünivesitelerini uyarmakta, eğitim-öğretimi sürdüremeyecek olanlara YÖK Denetleme Kurulu raporuna dayalı olarak müdahale etmesi sözkonusudur.
YÖK bunu yapmak zorundadır. Çünkü bir vakıf üniversitesi kurulurken Hami (veya Garantör) üniversite olarak bir devlet üniversitesi ile anlaşma yapmak zorundadır. Bu uygulama vakıƒ üniversiteleri için düşünülmüş bir sigortadır. Eğer vakıf üniversitesi üniversiteyi yürütemez ise, üniversite öğrencileri, akademik kadrosu, bütün mal varlığı, borçları ve alacakları ile birlikte garantör devlet üniversite tarafından devralınmaktadır.
İstanbul Şehir Üniversitesi sorununun çözümünde YÖK’ün aktif bir rol alması beklenir. YÖK’ün sorunun bir tarafı olmadığına dair bir açıklamsı var. Ancak bu yetmez, asıl olan çözümün bir tarafında olmasıdır. Örneğin, sorunun çözülmesi için taraflar arasında aracılık yapması sorumluluğudur. YÖK’ün sorumluluğunun gereğini yerine getirmesi gerekmektedir. YÖK’ün mevcudiyetinin ve müdahale-sinin önemi özellikle böyle zamanlarda ortaya çıkmaktadır. YÖK, yükseköğre-timin sorunlarıyla doğrudan veya dolaylı olarak ilgilidir. Yükseköğretim konusunda, YÖK’ün elindeki bilgi stoku hiç bir kurumda yoktur. Kaldırılsın diyenlerin YÖK’ün ne yaptığına dair bilgi zaafı olduğunu düşünüyorum. Orada yapılması gereken bir iş var ve bir kurum tarafından yapılması gerekmektedir. YÖK’ün işlerini ne ölçüde iyi yaptığı neleri yapıp yapmaması gerektiği elbette tartışılabilir. Milli Eğitim Bakanlığını kaldırabilirseniz, Maliye Bakanlığını kaldırabilirseniz YÖK’ü de kaldırabilirsiniz.
K. Popper şöyle söyler: “Hiç kimse size nerede yanlış yaptığınızı göstermekten daha büyük iyilik yapamaz”. Bu sözü aktararak, biz doğru söylüyoruz, başkasına akıl veriyoruz densizliğine düşmek istemem. Bu sözlerim şu anlamdadır: Bize durum böyle görünüyor. Sizin de biz doğru yapıyoruz ama demek ki dışardan yanlış algılanıyoruz diye, hem doğru olması hem de doğru algılanması için söz ve eyleminizi bir daha gözden geçirmenize yol açabilir miyim?
Burada, Allah indinde en makbul söz “Devlet adamına karşı söylenen hak sözdür” ve Hz. Ömer’e “yanlış yaparsan seni kılıcımız ile doğrulturuz” diyen sahabi söylemini kullanmaktan, iyice aşındırılan değerlerimizi daha fazla aşındırmamak için kaçınıyorum.
1933-Üniversite reformundan beri, yık-yap ilkesi ne yazık ki hükümranlığını sürdürmektedir. Eğitime yık-yap müdahalesi; Yunan mitolojisinde tanrıların, bir kayayı dağın dibinden tepesine çıkarmakla cezalandırdığı Sisifos’un taşı tam dağın tepesine çıracak iken gücünün tükenmesi ve taşın dağın dibine yuvarlanması ve böylece bu eylemi tekrarlamak zorunda oluşu gibi sonuçsuz bir süreç doğurur. Taş bir türlü dağın tepesine çıkarılamaz. Eğitim alanında çok düşünerek değişiklik yapmalı, sıklıkla müdahale etmemek gerekir.
İbn Sina şöyle der: “İlim ve sanat itibar görmediği yerden göç eder”. Kurum-ların, hukuki bir kavram olan tüzel kişilik (hükmi sahsiyet) sahibi olmalarının yanısıra, kültürünün, değerlerinin, geleneklerinin kaynaştığı kuruma gömülü olan bir de ruhu vardır. Bu ruh, söz ve yazı ile dile getirilemeyen ve zamanla oluşan kuruma bağlı olan eylemek ile görünüşe çıkan örtük bilgiyi (tacit knowledge/zımni bilgi) içinde barındırır. Örtük bilgiyi, başka bir kuruma aktaramazsınız.. O yüzden bir ülkenin üniversitesini başka bir ülkeye transfer edemezsiniz. Her toplumun üniversitesi kendi akademik insan gücü, entelektüel birikimi, kültürü, gelenekleri, değerleri, yönetim becereleri, ilişki tarzları zamanın potasında kaynayarak kendi ruhunu bulur. Bizim ülkemizde anlaşılamayan çok önemli bir nokta da budur.
İktidar sahipleri, örtenlerin anlamına bürünmemeli. İstanbul Şehir Üniversitesi kapatılmamalıdır. İstanbul Şehir Üniversitesinin kapanması sadece kendisini değil tüm yükseköğretim sistemini sarsar.
Bir üniversiteyi kapatan bütün üniversiteleri kapatmış gibidir.”
Durmuş GÜNAY
*YÖK Yürütme Kurulu Eski Üyesi (2008-2016)
Maltepe Üniversitesi Öğretim Üyesi
Bu sözleri eski bir YÖK üyesinden duymak, siyasetin akademik hayata olan etkisini anlamamız açısından malumun ilanıdır aslında. Bu yaşananlar gösteriyor ki oyunlar artık gizli saklı değil ayan beyan oynanıyor. Maalesef siyaset 15 Temmuz öncesinde üniversiteler üzerinde ne kadar etkiliyse 15 Temmuz sonrasında da eskiye nazaran daha fazla etkili. Olan yine ülkemizin yarınlarına gençlerine oluyor. Yıllardır çeşitli mecralarda bahsettiğimiz gibi siyaset kurumu üniversiteleri etkileyici değil denetleyici olmalıdır. Üniversiteler siyasetin arka bahçesi olmamadır. Öğretim üyeleri hiçbir partiye siyasi yalakalık yapmamalı; ülke yöneticilerimiz de siyasi düşüncesi yüzünden bırakın bir yüksek öğretim kurumunu hiç bir akademisyenin aleyhine kasti davranışlarda bulunmamalıdır. Liyakat sahibi yöneticilerimiz, eğer başarılılarsa hakkı hak edene vermek adına zaten öğretim üyelerine teklifler götüreceklerdir. Kaldı ki ülkemiz, yöneticilerimiz ve akademisyenlerimizin ortak değerler doğrultusunda birlikte ve uyum içinde çalışmasıyla dünyadaki hak ettiği yere gelecektir.